Bir milletin gelişimi ancak iktisadi seviyesini artırmakla mümkündür. Manevi değerlerin gelişimi ise ferdî ve içtimai kemalat ile huzura vesile olur. Madde ve mananın bir bedende buluşarak insanın yaratılması gibi, bu iki temel unsur olan iktisadi ve manevi gelişim de toplumun toplam gelişmişlik seviyesini belirler.
İslam öğretisinin insanın topraktan yaratıldığını belirtmesi, maddi bir tanım olmakla birlikte iktisadi kalkınma modeli ve bunun başarısı, insanın en temel varlık ve gelişmişlik tanımı olmasını da beraberinde getirir. Tüm İslam dünyası, son 200 yıldır kalkınmış Batı medeniyeti karşısında geri kalmış yapısıyla bu fasit daireden kurtulmak için kendi kalkınma modelini aramakta; sürekli yeni modeller deneyerek bazen ileri bazen geri adımlar atmakta, bazen Batı'dan bazen Doğu’dan, bazen de İslamî esintiler katarak karmaşık, uyumsuz ve kalıcı başarı sağlamayan sistemler oluşturmaktadır.
Öncelikle maddeyi tanımayan veya küçümseyen bir medeniyetin başarı şansı yoktur. Bazı Kur’an ayetlerinden yola çıkarak maddeyi küçümsemek, dünyayı önemsememek ve hatta bu alanlarda çalışanları "boş işlerle uğraşmakla" suçlamak, bazı dönemlerde en üst seviyede icraatları zayıflatmış, hatta ortadan kaldırarak bir mahkûmiyet senaryosu haline gelmiştir.
Kanaatimizce, İslam’ın en temel ilkeleriyle çelişen bu bakış açıları, mevcut durumun ana sebebi olmuş; ayrıca bu fikri benimseyen kişilerin gerekli mücadeleyi yapmamaları da ayrı bir etken olmuştur.
Belirgin bir örnek olarak; birlik, kardeşlik, dostluk, komşuluk ve akrabalık gibi sosyal muhtevalı tanımlar sadece manevi gelişimin bir unsuru olarak takdim edilmiştir. Avrupa, ekonomik olarak birleşirken; Amerika Birleşik Devletleri kurulurken ortaya çıkan ekonomik gereklilik ve model, İslam âleminin gündemine hemen hemen hiç gelmemiş veya sınırlı çerçevede uygulanarak etkisiz kalmış, "bol laf, az iş" prensibiyle çalıştırılmıştır.
İslam Kalkınma Bankası, İslam Ticaret Odaları, G-8 gibi kuruluşlar ile İslam İktisadi İşbirliği Teşkilatı’nın, Avrupa Birliği veya Amerika Birleşik Devletleri gibi bir iktisadi entegrasyon amacı bulunmamakta ya da varsa bile işlevini yerine getirememektedir.
Demografi ilminin iktisat içindeki yeri büyük bir öneme sahip olmasına rağmen, bugüne kadar 1,5 milyar Müslüman nüfus için kayda değer bir fayda üretmemiştir. Serbest ticaret kavramı, iktisadi gelişmişlik için en temel olgulardan biri iken, bugün İslam ülkeleri içinde kısmen ve dönemsel olarak uygulanmakta, bütüncül ve sürekli bir anlam ifade etmemektedir.
MÜSİAD’ın kurulduğu 1990 yılından beri dile getirdiği bu gerçekler, 35 yılda sadece bir arpa boyu yol almıştır. Bu hızla devam edilirse, belki 1000 yıl sonra bir noktaya varılabilir. Devletler arası bu yavaşlığın temel sebepleri bu yazının konusu değildir. Ancak Gaziantep’te gerçekleştirdiğimiz “Türkiye-Suriye İktisadi İşbirliği Zirvesi”, bu konuda bir cevap niteliğinde olup çözümün önemli bir parçasıdır.
İktisadi Gelişimin Üç Temel Unsuru
Öncelikle, iktisadi gelişimin üç temel unsuru vardır: Devlet, iş adamı ve askeri güç.
Devlet, sistemi yürütmek, kontrol etmek ve sürekliliği sağlamakla sorumludur.
İş adamı, iktisadi modeli oluşturmak, uygulamak ve güncellemekle sorumludur.
Askeri güç, bu sistemin güvenliğini sağlamak ve muhafaza etmekle görevlidir.
İş adamlarının bir araya gelmesinin en önemli yanı, sistemin kurulması için gerekli bilgi, donanım ve modeli oluşturarak bunu devlete sunmalarıdır. ABD ve AB’nin en büyük başarısı, bunu başarmış olmaları ve sürekliliğini sağlamalarıdır. Devlet, iş adamlarına yön vermemeli; aksine, iş adamları devlete istikamet göstermeli ve gelişmelere göre sistemlerini yenilemelidir.
Devlet, içerde adaleti sağlayarak haksız rekabeti önlerken, dışarıda etkinlik için gerekli altyapıları oluşturmalıdır. Askerî güç ise devlet ve iş adamları arasındaki entegrasyona yönelik tehditleri caydırmalı ve gerektiğinde müdahale ederek güvenliği sağlamalıdır.
Batının özenle sürdürdüğü bu entegre modele bugüne kadar hiçbir devlet veya topluluk yanıt verememiş ve küresel bir güç dengesi oluşamamıştır. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla süper gücünü kaybeden İslam dünyası, başsız ve korumasız kalmıştır.
Ahi teşkilatları sayesinde bağımsız fakat devlete entegre çalışan; tarım, zanaat ve ticareti organize eden Osmanlı modeli, güçlü ve başarılı bir yapıydı. Endonezya’dan İspanya’ya, Avrupa’dan Afrika’ya kadar yayılan bu sistem, asırlar boyunca geçerliliğini koruyan tutarlı bir model olmuştur.
Ancak 21. yüzyılda dünya ve parametreler değişmiş olsa da temel prensip aynıdır: üçlü küresel entegrasyon.
MÜSİAD’ın ortaya koyduğu küresel iş ağı entegrasyonu, bu üçlü yapının bir ayağını oluşturmuştur. Ancak eksik olan unsur, devletin kendi iç siyasi dinamiklerinden gelen bir sistem vaaz etmesi ve iş adamlarıyla tam anlamıyla iktisadi entegrasyon sağlayamamasıdır.
Milli sanayi, AR-GE ve iç alım politikaları, bazı samimi çabalara rağmen istenen seviyede değildir. İktisadın en temel gereklerinden olan adalet mekanizması ise yeterince etkin ve işlevsel değildir. Para politikaları çok değişken olup istikrar oluşturamamaktadır. Mali politikalar ise karmaşık, sık sık değişen ve gelişmeden ziyade sosyal ve siyasi bir araç olarak kullanılan bir yapıya sahiptir.
Türkiye-Suriye İktisadi İşbirliği Zirvesi: Yeni Bir Milat
Türkiye-Suriye İktisadi İşbirliği Zirvesi, 14 yıldır acılarını paylaştığımız Suriye halkının iktisadi gelişimine katkı sunmak ve bölgesel ekonomiyle ülke ekonomimize yön vermek amacıyla düzenlenmiş çok önemli bir dönüm noktasıdır.
Ticaret Bakanımızın tüm ekibiyle katılarak devlet-iş adamı entegrasyonunu sağlama gayreti takdire şayan ve örnek bir davranıştır.
Suriye Devleti yeniden yapılanırken, bu iki kardeş ülkenin iş dünyasından 1400’ü aşkın mümtaz üyesini bir araya getirmek, Sayın Cumhurbaşkanımızın Suriye Devlet Başkanı’nı ağırladığı gün ile aynı zamana denk gelmesi açısından da yeni bir dönemin habercisidir.
110 milyon insanın yaşadığı bu iki ülke, sahip oldukları farklı avantajları birlikte değerlendirerek yukarıda bahsedilen modele iyi bir başlangıç ve örnek teşkil edebilir.
Devlet, iş adamı ve askerî entegrasyonun gerçekleşmeye başladığı bu model son derece önemlidir.
Bu sürecin başarısı, tüm İslam âlemine örnek teşkil edecektir. Ancak başarısı için çalışanlar olduğu kadar, başarısızlığı için çalışanlar da olacaktır. Dikkatli, sürekli, hassas ve dengeli, hızlı ve birlikte çalışmak zorundayız.
400 yıl birlikte yaşadığımız bu güzel komşumuzla aramızda siyasi sınırlar olsa da, bu sınırları kaldıran bir entegrasyon süreci artık her zamankinden daha yakındır.
Erol Yarar
5 Şubat 2025 / 6 Şaban 1446
Vesselam.