Kuşlar yine yuvalarında yoktu. Gün doğdu doğacak. Son giden kuşlara eriştim. Aydınlığı izleme şansı giderek belirginleşiyor. Kızıllık usulca kaybolurken, en yüksek binanın - burada dağları görmek olası değildir, yalnızca Kayış Dağı'nı görebiliyorum - tepesine yansıyan güneş, başını uzatırken bahardan kalan gelinciklere selam. Kasımpatlara selam. Ocağın ateşini seher vaktinde zikre katılmış gibi, eşine, çocuklarına çay suyu koyan hanım anneme selam.
Selam, gözü sürmeli çocuğa; selam, gözleri yaşmaklı, elleri kınalı gelinciğe. Selam, gökyüzünde gördüğünü yeryüzüne bir minyatürcü edasıyla işleyen, gözlerine mil çeken kıza. Hattın, kendi zatından bir geçiş anlamında harfleri metafizik anaforu ile yıkandığı, meleklerin ellerine verilmiş bir kalemin cızırtısına selam.
Evvelde ve ahirde olanlara, olacaklara selam.
Ağaçlara, kuşlara, kurtlara, börtü böceğe, uyuyanlara, uyanıklara selam. Işığa, güneşe, aya ve yıldızlara, geceye selam. Sana selam, senden öteye, ötelerden ötelere selam.
Cahit Sıtkı’ya selam. Diyor ya:
“Memleket isterim
Ne zengin fakir
Ne sen ben farkı olsun
Kış günü
Herkesin evi barkı olsun.”
Edip Cansever’i de selamlayalım;
“Benim yüzümde her şeyler var
Üç dilim ekmek bunlardan biri
Annem bir taşa oturmuş bunlardan biri
Sur dışlarında hafif bir eskici olur
Olur ya bir kandil olur biraz da elleri
İnsan yalnız mı buna bir çare düşünmeli.”
Selam olsun İsmet Özel’e, "Esenlik Bildirisi"nde dediği gibi:
“Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir
Kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
Yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa
O şehirden öç almanın vakti gelmiş demektir.”
Şiirin de felsefenin bir alanı olduğuna tanıklık etmemizi istedi sanırım Özel. Şiir gibi bakışlara, duruşlara, hissedişlere selam. Şiire selam. Şimdi selamın nelere kadir olduğunu, eşyaya dokunurken daha iyi fark ediyorum. Anlam kazanıyor, dış yüzeyindeki görüntü değişiyor.
Rainer Maria Rilke’ye de selam:
“Sensin benim bulduğum bütün bu şeylerde,
Büyükteyse büyüksün, bakarım da.
İnanılmaz oyunu bu güçlerin işte,
Öyle işlerler aktıkları yerde ki:
Köklerde büyürken azalır gövdelerde
Ve dirilirler ağaç tepelerinde sanki.”
Binbir çiçek kokusuyla, kış gülüne, deniz yıldızına, peri kızlarına, Kız Kulesi’ne selam.
Dünkü kasvetli hava yok bugün. Güneş etkili. Sahi, dün de camdan vurmuştu r; başımı, vücudumu ondan sakınmak zorunda kalmıştım. Yeğenim Abdussamet ile küçük yeğen Ahmet de “yaktı güneş” demişlerdi. Kış güneşi vurunca insanın suretine, sırtına, kuşluk uykusunu hatırlatıyor nedense. Rahmetli Mustafa Garip emmim de böyle mi yapardı kış günlerinde? Güneşi görünce dayanamaz, bir duvar dibine kıvrılır mıydı?
Ahmet Haşim'in "Piyale"ye seslendiği gibi:
“Zannetme ki güldür, ne de lâle
Âteş doludur, tutma yanarsın
Karşında şu gülgûn piyâle...
İçmişti Fuzuli bu alevden,
Düşmüştü bu iksir ile Mecnûn
Şi'rin sana anlattığı hâle...
Yanmakta bu sagârdan içenler,
Doldurmuş onunçün şeb-i aşkı
Baştanbaşa efgân ile nâle...
Âteş doludur, tutma yanarsın
Karşında şu gülgûn piyâle!..”
Bu seslenişte aşk ateşinin yangını var. Sanki güneş batarken Üsküdar’ın pencerelerine çöken yangın gibi. Remy de Gourmont’un bir deyişi var: “Büyük şairler duyanlar değil, görenlerdir.” Sanki Rainer Maria Rilke’nin “görmeyi öğreniyorum” deyişiyle ikiz kardeşçesine. Duymak yetmiyor, göreceksiniz. Salt duymayı yeğlerseniz ilhamınız kısır, kuşatıcı olmaz. Musa Peygamber Tur Dağı’nda görmeyi dener. Görmek, inkârı taşımaz. İkrarın güçlendirilmesidir, sözün yüreğe inmesi.
Bu vakitte -er bir vakittir kalkış- güneş henüz doğmamıştır. Güneşin doğuşuna tanıklık etmeli şair, izlemeli. Sayısız izlemeler sonrasında görmenin meyvelerini toplayacaktır. Kelimeler, içten sürgünler vererek gelecektir. Cevhere dokunmadıkça cevherde yansıma olmaz. Eşyaya, bakışlara, varlıklara, yaratılmışlara dokunmalı ki hayaller genişlesin. Sezgi artsın. Kelimelere resim ve müzik işlenmiş olsun. Böylece şairin gözlem yeteneği, hayallerle buluşarak bir tahlile uzanacaktır. Gözlem güçlenecek, duyguların sökün etmesiyle ilham dile dokunacak ve kelimelere nüfuz edecektir.
22 Mart 2025 - İstanbul