Recep Garip
Köşe Yazarı
Recep Garip
 

“GÜNLERİN İZİ” - II

Henüz seksenli yıllara erişmek için birkaç yıl gerekliydi. Öyle yıllara düşmüştük ki sağdan sayılacak kadar az, soldan sayılamayacak kadar çoktuk. Öylesi bir mevsimdi ki ömrümüz hep bu mevsime bağlı kalacaktı. Bunu o yıllarda fark etmiş olmamıza imkân yoktu. En çok yoksulluğumuzu, yalnızlığımızı ve ideal sahipliğimizi paylaşırdık. Acımızı, çilemizi, kaygımızı ve şiirimizi paylaşır gibi paylaşırdık. Tıpkı Afrika kadar sıcaktı bakışlarımız, Filistin kadar derindi. Mekke kadar kıble ve Medine kadar sevgiliydik. Afganistan kadar yiğit, Çeçenistan kadar cesur, Doğu Türkistan kadar yüceydi içimizde taşıdığımız aşk. Zincirin bir ucundan ben tutuyordum diğer ucundan Mehmet kırıyorduk zulmün bütün zincirlerini. Bir yanımız Dicle’ydi, Fırat’tı, diğer yanımız Tuna ve Sakarya. “Kandillere katran döktüğümüz gecelerden”, günlerden ve zamanlardan geliyorduk. Atlarımız vardı soylu, bu atlar ki tarihin nabzını tutuyordu, Akıncı atlarıydı bunlar. Ben Akdeniz’in ılık rüzgârlarıyla güneyden gelen adamdım İstanbul’a, Mehmet’se, Karadeniz’in hırçın ve sisli dalgalarından yemyeşil düşleriyle çıkıp gelmişti. Evrensel bir türkü formuyla yüreklerimizi yan yana koymayı başaran er kişilerdik. Er kişi olma azmiyle erleşerek, irileşmeyi arayıp durduk. Selamı öyle aldık, öyle verdik, sokaklarda öyle yürüdük, menzilimize öyle erdik. Yeni bir koşu alanına girer gibi girmiştik yüreklerimize. Acının ve aşkın anlatamadığını yeryüzünde hiçbir şey anlatamaz. Acı her an yanımızda, yöremizde kol gezse de biz hep umuttan yana döndük yüreklerimizi. Sandıkçızade Mehmet Efendi dostum, kadim bir kültürün, geleneğin, sırrın, hissin duygusal zeminlerinde çelik çomak oynama vakti bulamasa da cemiyette olan biten her şeye söyleyecek bir sözü vardı. Sözü söylemeden önce yüreğinde demlendire demlendire, eylemlerini birleştire birleştire dağları aşıp vadilere erişen bir yürektir Mehmet’in yüreği. Yoğun düşlerin adamı, dertlerin derman bulduğu iklimi merkez kabul eden, her olaydan, her vukuattan sonra mutlaka bir çıkış yolu olduğundan asla şüphe etmeyen, sabır taşının dokunduğu adamdır Rizeli Mehmet, kızınca zehir zemberek olan. Akın Ergeneokon ise Çukurovanın Ramazanoğlu beyliğinden Zonguldak’a uzanmış, bakışı şimşek, gönlü derviş, aşkın muhabbetin ve omuzdaşın remzidir. Yürürken endişeye mahal yoktur bizde. İstikamet bellidir, yalnızca gidiyoruz denildiğinde sağına soluna bakınmadan, nereye sorusu sorulmadan takımda yerini alan, sorumluluğunu sonuna kadar idrak eden, aldığı yükün farkında olan kavi bir dostluktur bizmkisi. Her bir yiğit “pekey” denildiğini bilir. Hayatımızda yer tutan üç beş isimden gayrısı yalandır. Üç beş isim, kader ağıyla bir araya getirilmiş inanmışlar topluluğu, idealist dava adamları, hedefe kilitlenmiş hedef insanları, bir ruhta tekâmülleşmiş aynı ülkünün, idealin, inancın, itikadın, dirilişte amentü demiş olanların beraberliğidir. Bu beraberlik, kaderde birleşenlerin beraberliğidir. Bu kader, ruhun diriliş kaderidir. Bu kader, asrısaadetten uzanmış Kur’an ve sünnetle mücehhez bir akıncı ruhun tekâmülüdür. Bu kader, Hazreti Âdem’den, Nuh’tan, İdris’ten, İbrahim’den, Yusuf’tan, Musa’dan, İsa’dan, Hazreti Muhammet Mustafa’dan sürüp gelen bir kaderdir. Habeşistanlı Bilal’den, Selmanı Farisi’den, Ebu Zer’den, Tarık Bin Ziyat’tan, Malazgirt’te Alparslan’dan, Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi’den, Yunus Emre’den, Anadolu coğrafyasında Şems’ten, Mevlana’dan, İbni Haldun’dan, İmamı Gazali’den, İbni Arabi’den alınmış bir kaderdir. Ertuğrul’dan, Fatih Sultan Mehmet’ten, Yavuz Sultan Selim’den, Selahaddini Eyyubi’den, İstanbul’dan, Seyyid Nizam’dan, Eyüp Sultan’dan, Yahya Efendi’den, Aziz Mahmut Hüdayi’den, Buhara’dan, Endülüs’ten, Semerkant’tan izler taşıyarak örülmüş bir kaderdir. Bu kader ağında buluşan ve ilk öncülerden el almışcasına heyecanlı, ülkülü ve idealist, her an kıyam halinde olan Ömer Özdemir’le, Mehmet Sandıkçı’yla, Akın Ergenekon’la, Muzaffer Öz’le, İbrahim Benlioğlu’yla sürüp gelen bir yolculuktur. Şems ve Mevlana diyarı Konya bozkırlarından, Şeyh Şamil’ce bir ata binip gelmiş Erenköy’de kutbul arifin Mahmut Sami Ramazanoğlu’nun dizlerinin dibinde terbiye, şefkat görmüş Ömer Özdemir’le İstanbul Yüksek İslam Enstitüsün’de tanışıp kaynaştık. Allah (cc)’a sonsuz hamt, Hattat Ali Hüsrevoğlu’na selam olsun. Ali İmran 26. ayeti celilede şöyle ifade ediliyor; “De ki; Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin”. Sonsuz bir iman sahibi olabilmek için, seksen öncesi; kavganın ve mücadelenin içinden yıkanarak, hırpalanarak, dövüşerek ve mücahede ederek geldik bu günlere hamdolsun. Yol arkadaşlarımızın her birisi toplumda, sokaklarda ve üniversitede yaşanan olaylardan payımızı aldık. Sürgünler yedik, okullardan atıldık, yargılandık, sorgulandık, peşlerimize ajanlar takılarak izlendik, yaşadık ve yaşlandık. Bedenler yaşlansa da ruhlarımız hep otuz üçtedir elhamdülillah. Bir dava mensubiyetiyle her daim kıyamda durmayı “ölmez ve pörsümez bir yeniyle” yenilenmeye ahdimiz vardır. Her daim öyleydik, öyle inandık ve öyle devam ediyor hayat. Asla yaşlanmadık, dimdik geleceğe düşler kurduk. “Günlerin İzi”,  24.sayfada 8 Mayıs 1976 Üsküdar Valide Atik güncesinde şöyle yazmışım; “Valide Atik Öğrenci yurdunda kalıyorum. Mahallenin gençleriyle aram son derece iyi. İlhan, Fikret, Rıdvan, Baki ve diğerleri benim öğrencilerim haline geldiler. Her hafta onlarla kitaplar okuyor, onlara seminerler veriyorum. Onları kahvehanelerden tek tek topluyorum…” günce sürüyor. Şimdi düşünüyorum da bunların her birisinin bir yanında Mehmet Sandıkçı diğer yanında Akın Ergenekon vardır. Asıl itibariyle bu tür hareketliliğimin liseli yıllarımda başladığını ifade etsem de İstanbul’a geldiğim 1976 yılı itibariyle Ömer Özdemir kuşkusuz işin merkezinde yer almıştır. Suadiyeli, Erenköylü ve Maltepe Esenyut’taki gençlerle olan ünsiyetin kalbinde de Ömer Özdemir ve Mehmet Sandıkçı yer alır. 2014 yılında “Paradoks”ta yayınlanmış olan kırk yılın edebi günceleridir “Günlerin İzi”. Edebiyat okurlarının, şair ve kalem sahibi olmak isteyenlerin okumalarında yarar görürüm. Aynı güncenin devamında rahmetli Sezai Karakoç Üstadın Çağ ve İlham –I den bir alıntıyla yazıyı sürdürmüşüm. “Yeryüzündeki Müslümanlar, kendilerine gelip Doğu Asya’da Doğu İslam Federasyonu’nu, Orta Doğu’da Orta Doğu İslam Federasyonu’nu ve Afrika’da Batı İslam Federasyonunu ve sonra da federasyonları kendisinde toplayan Büyük İslam Federasyonu’nu kurmazlarsa sonumuz esaret, zincir ve ölümden başka bir şey olmayacaktır… Düşünürleri, sanatçıları, şairleri ve uzak görüşlü liderleriyle yeniden doğmak ve dirilmek zorundadır insanlık.” Üstadın teklifi reddedilemez niteliktedir. Dünya müminleri bizden kıyamda durmayı bekliyor. Kudüs bizden, Afrika bizden, Türkistan bizden, ümmet bizden, insanlık bizden kurtuluş için yekvücut olmayı bekliyor. Kıyamda ölmeyi arzulayan, mücadele ederken ölümü gözleyen, milletimize, gençliğimize dertlerimizi anlatırken son nefesimizi vermeyi düşleyen Akıncılarız biz. Yönümüz Mekke’dir, Medine’dir, Kudüs’tür bizim. “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Tek yol İslam”, “Devrim yok diriliş var”, “Müminler kardeştir”, “Tek Önder Peygamber”, “Tek Lider Peygamber”dir. Rahmetli Cemil Meriç,“Zulüm her korkunun ifadesidir. Korkan zalimdir” diyor. Mehmet Sandıkçı’yla, Yahya Demir’le, Akın Ergenekon’la, İbrahim benlioğlu’yla aynı evlerde kaldık. Acıları, yoklukları ve yoksullukları birlikte paylaştık. Ömrümüzün kırk yılında birlikte yaşadık. Ömer Özdemir- Konya, Akın Ergenekon- Zonguldak, Mehmet Sandıkçı-Rize, İbrahim Benlioğlu- Bursa, Muzaffer Öz- Tokat, Yahya Demir Gümüşhane ve Recep Garip-Adana. Hiç kopmadık, ayrılmadık, yolumuzda, kaygımızda, tasamızda, sevincimizde hüznümüzde elhamdülillah. Sahiden de bu kadar kalabalıkta kaç kişiydik? Biz ezelden ebede kardeştik. “Günlerin İzi” 60. sayfadan şiir ses veriyor bize; “Biz çok kardeştik/Siyah, sarı, beyazdı yüzlerimiz/Bir yağmur sonrasıydık/Sıcak denizlere indik/Ah kara gözlü yalnızlık/Dedemin cep saati yalnızlık/Yusuf kardeşimle büyüttük seni/Zülfikar Ali’den bir ehli beyt hüznü gibi/Ah kara gözlü yalnızlık/Şimdi bir kış atını yemliyoruz/Demli çay gibi demliyoruz/Ah kara gözlü yalnızlık/Samanyolunda kapalı çarşı/Kapılar ki sonsuza açık/Selam olsun Mekke’de doğan aya/Selam olsun Medine’ye göçen güneşe/Selam olsun adı ışık olan dağa/Selam olsun Kudüs’te Mirac’a”.
Ekleme Tarihi: 24 Ocak 2025 - Cuma
Recep Garip

“GÜNLERİN İZİ” - II

Henüz seksenli yıllara erişmek için birkaç yıl gerekliydi. Öyle yıllara düşmüştük ki sağdan sayılacak kadar az, soldan sayılamayacak kadar çoktuk. Öylesi bir mevsimdi ki ömrümüz hep bu mevsime bağlı kalacaktı. Bunu o yıllarda fark etmiş olmamıza imkân yoktu. En çok yoksulluğumuzu, yalnızlığımızı ve ideal sahipliğimizi paylaşırdık. Acımızı, çilemizi, kaygımızı ve şiirimizi paylaşır gibi paylaşırdık. Tıpkı Afrika kadar sıcaktı bakışlarımız, Filistin kadar derindi. Mekke kadar kıble ve Medine kadar sevgiliydik. Afganistan kadar yiğit, Çeçenistan kadar cesur, Doğu Türkistan kadar yüceydi içimizde taşıdığımız aşk.

Zincirin bir ucundan ben tutuyordum diğer ucundan Mehmet kırıyorduk zulmün bütün zincirlerini. Bir yanımız Dicle’ydi, Fırat’tı, diğer yanımız Tuna ve Sakarya. “Kandillere katran döktüğümüz gecelerden”, günlerden ve zamanlardan geliyorduk. Atlarımız vardı soylu, bu atlar ki tarihin nabzını tutuyordu, Akıncı atlarıydı bunlar. Ben Akdeniz’in ılık rüzgârlarıyla güneyden gelen adamdım İstanbul’a, Mehmet’se, Karadeniz’in hırçın ve sisli dalgalarından yemyeşil düşleriyle çıkıp gelmişti. Evrensel bir türkü formuyla yüreklerimizi yan yana koymayı başaran er kişilerdik. Er kişi olma azmiyle erleşerek, irileşmeyi arayıp durduk. Selamı öyle aldık, öyle verdik, sokaklarda öyle yürüdük, menzilimize öyle erdik. Yeni bir koşu alanına girer gibi girmiştik yüreklerimize.

Acının ve aşkın anlatamadığını yeryüzünde hiçbir şey anlatamaz. Acı her an yanımızda, yöremizde kol gezse de biz hep umuttan yana döndük yüreklerimizi. Sandıkçızade Mehmet Efendi dostum, kadim bir kültürün, geleneğin, sırrın, hissin duygusal zeminlerinde çelik çomak oynama vakti bulamasa da cemiyette olan biten her şeye söyleyecek bir sözü vardı. Sözü söylemeden önce yüreğinde demlendire demlendire, eylemlerini birleştire birleştire dağları aşıp vadilere erişen bir yürektir Mehmet’in yüreği. Yoğun düşlerin adamı, dertlerin derman bulduğu iklimi merkez kabul eden, her olaydan, her vukuattan sonra mutlaka bir çıkış yolu olduğundan asla şüphe etmeyen, sabır taşının dokunduğu adamdır Rizeli Mehmet, kızınca zehir zemberek olan. Akın Ergeneokon ise Çukurovanın Ramazanoğlu beyliğinden Zonguldak’a uzanmış, bakışı şimşek, gönlü derviş, aşkın muhabbetin ve omuzdaşın remzidir. Yürürken endişeye mahal yoktur bizde. İstikamet bellidir, yalnızca gidiyoruz denildiğinde sağına soluna bakınmadan, nereye sorusu sorulmadan takımda yerini alan, sorumluluğunu sonuna kadar idrak eden, aldığı yükün farkında olan kavi bir dostluktur bizmkisi. Her bir yiğit “pekey” denildiğini bilir. Hayatımızda yer tutan üç beş isimden gayrısı yalandır. Üç beş isim, kader ağıyla bir araya getirilmiş inanmışlar topluluğu, idealist dava adamları, hedefe kilitlenmiş hedef insanları, bir ruhta tekâmülleşmiş aynı ülkünün, idealin, inancın, itikadın, dirilişte amentü demiş olanların beraberliğidir. Bu beraberlik, kaderde birleşenlerin beraberliğidir. Bu kader, ruhun diriliş kaderidir. Bu kader, asrısaadetten uzanmış Kur’an ve sünnetle mücehhez bir akıncı ruhun tekâmülüdür.

Bu kader, Hazreti Âdem’den, Nuh’tan, İdris’ten, İbrahim’den, Yusuf’tan, Musa’dan, İsa’dan, Hazreti Muhammet Mustafa’dan sürüp gelen bir kaderdir. Habeşistanlı Bilal’den, Selmanı Farisi’den, Ebu Zer’den, Tarık Bin Ziyat’tan, Malazgirt’te Alparslan’dan, Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi’den, Yunus Emre’den, Anadolu coğrafyasında Şems’ten, Mevlana’dan, İbni Haldun’dan, İmamı Gazali’den, İbni Arabi’den alınmış bir kaderdir. Ertuğrul’dan, Fatih Sultan Mehmet’ten, Yavuz Sultan Selim’den, Selahaddini Eyyubi’den, İstanbul’dan, Seyyid Nizam’dan, Eyüp Sultan’dan, Yahya Efendi’den, Aziz Mahmut Hüdayi’den, Buhara’dan, Endülüs’ten, Semerkant’tan izler taşıyarak örülmüş bir kaderdir.

Bu kader ağında buluşan ve ilk öncülerden el almışcasına heyecanlı, ülkülü ve idealist, her an kıyam halinde olan Ömer Özdemir’le, Mehmet Sandıkçı’yla, Akın Ergenekon’la, Muzaffer Öz’le, İbrahim Benlioğlu’yla sürüp gelen bir yolculuktur. Şems ve Mevlana diyarı Konya bozkırlarından, Şeyh Şamil’ce bir ata binip gelmiş Erenköy’de kutbul arifin Mahmut Sami Ramazanoğlu’nun dizlerinin dibinde terbiye, şefkat görmüş Ömer Özdemir’le İstanbul Yüksek İslam Enstitüsün’de tanışıp kaynaştık. Allah (cc)’a sonsuz hamt, Hattat Ali Hüsrevoğlu’na selam olsun.

Ali İmran 26. ayeti celilede şöyle ifade ediliyor; “De ki; Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin”. Sonsuz bir iman sahibi olabilmek için, seksen öncesi; kavganın ve mücadelenin içinden yıkanarak, hırpalanarak, dövüşerek ve mücahede ederek geldik bu günlere hamdolsun. Yol arkadaşlarımızın her birisi toplumda, sokaklarda ve üniversitede yaşanan olaylardan payımızı aldık. Sürgünler yedik, okullardan atıldık, yargılandık, sorgulandık, peşlerimize ajanlar takılarak izlendik, yaşadık ve yaşlandık. Bedenler yaşlansa da ruhlarımız hep otuz üçtedir elhamdülillah. Bir dava mensubiyetiyle her daim kıyamda durmayı “ölmez ve pörsümez bir yeniyle” yenilenmeye ahdimiz vardır. Her daim öyleydik, öyle inandık ve öyle devam ediyor hayat. Asla yaşlanmadık, dimdik geleceğe düşler kurduk.

“Günlerin İzi”,  24.sayfada 8 Mayıs 1976 Üsküdar Valide Atik güncesinde şöyle yazmışım; “Valide Atik Öğrenci yurdunda kalıyorum. Mahallenin gençleriyle aram son derece iyi. İlhan, Fikret, Rıdvan, Baki ve diğerleri benim öğrencilerim haline geldiler. Her hafta onlarla kitaplar okuyor, onlara seminerler veriyorum. Onları kahvehanelerden tek tek topluyorum…” günce sürüyor. Şimdi düşünüyorum da bunların her birisinin bir yanında Mehmet Sandıkçı diğer yanında Akın Ergenekon vardır. Asıl itibariyle bu tür hareketliliğimin liseli yıllarımda başladığını ifade etsem de İstanbul’a geldiğim 1976 yılı itibariyle Ömer Özdemir kuşkusuz işin merkezinde yer almıştır. Suadiyeli, Erenköylü ve Maltepe Esenyut’taki gençlerle olan ünsiyetin kalbinde de Ömer Özdemir ve Mehmet Sandıkçı yer alır. 2014 yılında “Paradoks”ta yayınlanmış olan kırk yılın edebi günceleridir “Günlerin İzi”. Edebiyat okurlarının, şair ve kalem sahibi olmak isteyenlerin okumalarında yarar görürüm. Aynı güncenin devamında rahmetli Sezai Karakoç Üstadın Çağ ve İlham –I den bir alıntıyla yazıyı sürdürmüşüm. “Yeryüzündeki Müslümanlar, kendilerine gelip Doğu Asya’da Doğu İslam Federasyonu’nu, Orta Doğu’da Orta Doğu İslam Federasyonu’nu ve Afrika’da Batı İslam Federasyonunu ve sonra da federasyonları kendisinde toplayan Büyük İslam Federasyonu’nu kurmazlarsa sonumuz esaret, zincir ve ölümden başka bir şey olmayacaktır… Düşünürleri, sanatçıları, şairleri ve uzak görüşlü liderleriyle yeniden doğmak ve dirilmek zorundadır insanlık.” Üstadın teklifi reddedilemez niteliktedir. Dünya müminleri bizden kıyamda durmayı bekliyor. Kudüs bizden, Afrika bizden, Türkistan bizden, ümmet bizden, insanlık bizden kurtuluş için yekvücut olmayı bekliyor. Kıyamda ölmeyi arzulayan, mücadele ederken ölümü gözleyen, milletimize, gençliğimize dertlerimizi anlatırken son nefesimizi vermeyi düşleyen Akıncılarız biz. Yönümüz Mekke’dir, Medine’dir, Kudüs’tür bizim. “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Tek yol İslam”, “Devrim yok diriliş var”, “Müminler kardeştir”, “Tek Önder Peygamber”, “Tek Lider Peygamber”dir. Rahmetli Cemil Meriç,“Zulüm her korkunun ifadesidir. Korkan zalimdir” diyor.

Mehmet Sandıkçı’yla, Yahya Demir’le, Akın Ergenekon’la, İbrahim benlioğlu’yla aynı evlerde kaldık. Acıları, yoklukları ve yoksullukları birlikte paylaştık. Ömrümüzün kırk yılında birlikte yaşadık. Ömer Özdemir- Konya, Akın Ergenekon- Zonguldak, Mehmet Sandıkçı-Rize, İbrahim Benlioğlu- Bursa, Muzaffer Öz- Tokat, Yahya Demir Gümüşhane ve Recep Garip-Adana. Hiç kopmadık, ayrılmadık, yolumuzda, kaygımızda, tasamızda, sevincimizde hüznümüzde elhamdülillah. Sahiden de bu kadar kalabalıkta kaç kişiydik? Biz ezelden ebede kardeştik. “Günlerin İzi” 60. sayfadan şiir ses veriyor bize; “Biz çok kardeştik/Siyah, sarı, beyazdı yüzlerimiz/Bir yağmur sonrasıydık/Sıcak denizlere indik/Ah kara gözlü yalnızlık/Dedemin cep saati yalnızlık/Yusuf kardeşimle büyüttük seni/Zülfikar Ali’den bir ehli beyt hüznü gibi/Ah kara gözlü yalnızlık/Şimdi bir kış atını yemliyoruz/Demli çay gibi demliyoruz/Ah kara gözlü yalnızlık/Samanyolunda kapalı çarşı/Kapılar ki sonsuza açık/Selam olsun Mekke’de doğan aya/Selam olsun Medine’ye göçen güneşe/Selam olsun adı ışık olan dağa/Selam olsun Kudüs’te Mirac’a”.

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.