Recep Garip
Köşe Yazarı
Recep Garip
 

AYASOFYA

Bin dokuz yüz yetmiş altı yılında Üniversiteyi okumak üzere İstanbul’a gelmiştim. O günden bu güne İstanbul ile özel bir bağa sahip oldum. Ben İstanbul’a gelmeden rüyamda gördüm seni. Galata köprüsü üzerinden Eminönü’ne, Topkapı'ya, Kız Kulesine, gelip giden vapurlara, durmaksızın uçan martılara, şehrin kalabalığına dalıp gitmiştim. Ne kadar vakit geçmişti rüyanın üzerinden bunu bilmesem de ilk kez Kadıköy vapuruyla Kadıköye Mehmet Sandıkçı dostumla geçmiş, oradan da Eminönü’ne ve Cağaloğluna yürümek üzere Galata köprüsünün üzerinde rüyamı hatırlamıştım. O günden bugüne İstanbul’a karşı duygularımda bir azalma olmadı. Bilakis daha da derinleşerek payitahtın, camilerin, manevi şahsiyetlerin, ilmin, irfanın, sanat ve edebiyatın, elbette şiirin ve musikinin, kitapların, dergilerin, yazarların ve dergâhların şehri İstanbul yüreğimde taht kurmuştur.   “Aziz İstanbul”u Yahya Kemal’den okumuştuk. “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” diyerek yüreklerimize dokunuyordu. Sonra Necip Fazıl Kısakürek “Canım İstanbul” diyerek bizleri karşıladı: “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım... İstanbul, İstanbul...”   Biz böyle bir şehrin sokaklarında, tarihin kalbinin attığı camilerinde, külliyelerinde, medreselerinde, şadırvanlarında, kabristanlarında, köşklerinde, saraylarında, yanından geçerken dokunduğumuz yapılarında, Eyüp Sultan semalarında dönen sığırcıkların da, güvercinlerinde, takipten asla vazgeçmeyen kargalarında, kumruların da aşkı gördük. Sevdayı yaşadık. Günde beş vakit ezanların kalbimizi titreten kelimeleriyle Ayasofya’ya yıllarca hüzünle baktık. Boynu bükük, kalbi kırık bir emanetin sahipsizliğine yanıp kavrulduk. Böylesi bir şehrin hiçbir camii kapalı tutulamaz. Hiçbir camii müze yapılamaz. Hiçbir camiine kilit vurulamaz ve hiçbir caminin hiçbir yerine, parayla kim olursa olsun girilip çıkarılamaz. Bu bizlere Peygamber (as)’ın yaptığı ilk mescid Mescid-i Kuba’dan, Mescid-i Mebevi’den, Mescid-i Haram’dan, Kudüs’ten, Buhara’dan, Semerkant’tan, Konya’dan, Diyarbakır’dan, Şanlıurfa’dan, Bursa’dan, Edirne’den, Halep'ten, Şam’dan, Türkistan’dan emanet olarak gelmiş ve imanlarımıza bırakılmıştır.     Ayasofya, zincirlere vurularak 86 yıl ibadetten uzak sürgünlere düşürülmüştür. İçte ve dışta ne kadar müfsid, müflis, müşrik, münafık müptezeller varsa birlik olup Ayasofya’yı zincirlemişlerdir. Müminler mitinglerle “Zincirler Kırılsın Ayasofya Açılsın” diyerek inim inim yeri göğü inletmişlerdir. Hemen hemen her mümin şair, kalem erbabı şiirleriyle duaya yönelmişlerdir. Gözyaşları içinde yıllarca hasretini çekmişlerdir. Binlerce şükür, binler hamt ederek sevinç gözyaşları içerisinde yine bir Cuma namazına denk getirilmek suretiyle Sultan Fatihin fetih armağanı olarak bıraktığı bu öksüz, garip Ayasofya’yı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve heyetinin açmasıyla sevinç gözyaşları dökülmüştür. Bu tarihe tanıklık etmiş milyonlarca dünya Müslümanlarının sevinçli dualarıyla, beş vakit kılınan namazlarla, yurt içinden ve dışından bir vakit namaz eda edebilmek için kervanlar yollara düşmüştür. Müminler biliyorlar ki Ayasofya'nın tekrar Camiye dönüştürülmesi ile sıra Kudüs'e, Mescidi Aksa’ya gelmiştir-gelecektir biiznillah.   Ayasofya’nın ibadete açılmasının sevinciyle milyonlar akın etmiş, hayranlıklarıyla açanlara dualar gönderilmiştir. Bu vefalı çabanın, Ayasofya'nın Cami olara…
Ekleme Tarihi: 03 February 2024 - Saturday
Recep Garip

AYASOFYA

Bin dokuz yüz yetmiş altı yılında Üniversiteyi okumak üzere İstanbul’a gelmiştim. O günden bu güne İstanbul ile özel bir bağa sahip oldum. Ben İstanbul’a gelmeden rüyamda gördüm seni. Galata köprüsü üzerinden Eminönü’ne, Topkapı'ya, Kız Kulesine, gelip giden vapurlara, durmaksızın uçan martılara, şehrin kalabalığına dalıp gitmiştim. Ne kadar vakit geçmişti rüyanın üzerinden bunu bilmesem de ilk kez Kadıköy vapuruyla Kadıköye Mehmet Sandıkçı dostumla geçmiş, oradan da Eminönü’ne ve Cağaloğluna yürümek üzere Galata köprüsünün üzerinde rüyamı hatırlamıştım. O günden bugüne İstanbul’a karşı duygularımda bir azalma olmadı. Bilakis daha da derinleşerek payitahtın, camilerin, manevi şahsiyetlerin, ilmin, irfanın, sanat ve edebiyatın, elbette şiirin ve musikinin, kitapların, dergilerin, yazarların ve dergâhların şehri İstanbul yüreğimde taht kurmuştur.
 
“Aziz İstanbul”u Yahya Kemal’den okumuştuk.
“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” diyerek yüreklerimize dokunuyordu.
Sonra Necip Fazıl Kısakürek “Canım İstanbul” diyerek bizleri karşıladı:
“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım...
İstanbul, İstanbul...”
 
Biz böyle bir şehrin sokaklarında, tarihin kalbinin attığı camilerinde, külliyelerinde, medreselerinde, şadırvanlarında, kabristanlarında, köşklerinde, saraylarında, yanından geçerken dokunduğumuz yapılarında, Eyüp Sultan semalarında dönen sığırcıkların da, güvercinlerinde, takipten asla vazgeçmeyen kargalarında, kumruların da aşkı gördük. Sevdayı yaşadık. Günde beş vakit ezanların kalbimizi titreten kelimeleriyle Ayasofya’ya yıllarca hüzünle baktık. Boynu bükük, kalbi kırık bir emanetin sahipsizliğine yanıp kavrulduk. Böylesi bir şehrin hiçbir camii kapalı tutulamaz. Hiçbir camii müze yapılamaz. Hiçbir camiine kilit vurulamaz ve hiçbir caminin hiçbir yerine, parayla kim olursa olsun girilip çıkarılamaz. Bu bizlere Peygamber (as)’ın yaptığı ilk mescid Mescid-i Kuba’dan, Mescid-i Mebevi’den, Mescid-i Haram’dan, Kudüs’ten, Buhara’dan, Semerkant’tan, Konya’dan, Diyarbakır’dan, Şanlıurfa’dan, Bursa’dan, Edirne’den, Halep'ten, Şam’dan, Türkistan’dan emanet olarak gelmiş ve imanlarımıza bırakılmıştır.  
 
Ayasofya, zincirlere vurularak 86 yıl ibadetten uzak sürgünlere düşürülmüştür. İçte ve dışta ne kadar müfsid, müflis, müşrik, münafık müptezeller varsa birlik olup Ayasofya’yı zincirlemişlerdir. Müminler mitinglerle “Zincirler Kırılsın Ayasofya Açılsın” diyerek inim inim yeri göğü inletmişlerdir. Hemen hemen her mümin şair, kalem erbabı şiirleriyle duaya yönelmişlerdir. Gözyaşları içinde yıllarca hasretini çekmişlerdir. Binlerce şükür, binler hamt ederek sevinç gözyaşları içerisinde yine bir Cuma namazına denk getirilmek suretiyle Sultan Fatihin fetih armağanı olarak bıraktığı bu öksüz, garip Ayasofya’yı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve heyetinin açmasıyla sevinç gözyaşları dökülmüştür. Bu tarihe tanıklık etmiş milyonlarca dünya Müslümanlarının sevinçli dualarıyla, beş vakit kılınan namazlarla, yurt içinden ve dışından bir vakit namaz eda edebilmek için kervanlar yollara düşmüştür. Müminler biliyorlar ki Ayasofya'nın tekrar Camiye dönüştürülmesi ile sıra Kudüs'e, Mescidi Aksa’ya gelmiştir-gelecektir biiznillah.
 
Ayasofya’nın ibadete açılmasının sevinciyle milyonlar akın etmiş, hayranlıklarıyla açanlara dualar gönderilmiştir. Bu vefalı çabanın, Ayasofya'nın Cami olara…

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.