Recep Garip
Köşe Yazarı
Recep Garip
 

KAVAK AĞAÇLARI

“Tülden yapraklarıyla sırlar dağıtır Esen yelleri şarkıya dönüştürür Salar uzak ovalara notalarını…” Zaman zaman şiir temrinleri, tahlilleri yazmadım değil. Aralıklarla bazı şiirler insana dokunuverir, bazı mısralar alıp götürür diyardan diyara. Gittiğin diyarlar her zaman bilindik diyarlar değildir elbette. Bu türden şiirleri yazmak, insan içindeki evrenin büyüklüğüne işaret eder. İlham dediğimiz vergideki asaleti de gösterir. Kastedilen mana insan bedeni değildir. İnsanın ruhundaki yücelik, seçkinlik ve semailik makamına dairdir. Şiiri okuduğumda, Âşık Yunus Emre Hazretlerinin; “Çıktım erik dalına/Anda yedim üzümü/Bostan ıssı kakıyıp/Der ne yersin kozumu” dedirtti bana. Keyifle okudum, dönüp bir daha okudum. “Kavaklar rüzgârın yaban atlarıdır” mısrasıyla ben de açıkçası bir nokta koydum. Çocukluk yıllarımızdan kalan vazgeçilmez anılar daha çok babaannelere, dedelere dairdir. Nedensiz ve niçinsiz bu kabulleniş onların dizlerinin dibinde parmaklarının arasında zaman denilen kavram sonsuzlaşıverir. Küçücük çocuk yüreğimizin sonsuz bir aşkla mutluluğa doğru kanatlanırken yüzümüze yansıyan mutluluk evin içini dolduruverir. Ne müthiş bir kabulleniştir böylesi büyük aile ocaklarımız. Ocaktan gelen ateş çıtırtılarının kaynattığı güğümden dedemizin abdest suyu ibriğe doldurulduğunda dökmek bize düşerdi. Keyifle yaptığımız bu abdest alış verişinde abdestin bitiminde peşkiri dedimizin ellerine bırakışımızla aferin benim oğluma sözcüğü göğsümüzü genişletirdi. Ezel ve ebed duygusu içten içe işleyen kanımızda dolaşan bir şifalı iksire dönüşürdü. Tıpkı selam gibi, merhaba gibi, kolay gelsin Ayşe nine, Allah’a emanet ol evladım denilmesi gibi. Madde burada yerini tamamen metafizik bir atmosfere bırakırdı. Bu bizim halimiz ve ahvalimizdi. “Bir varmış; bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken” diye anlatılan masallardan bir masal değildi. Şiiri okudumda kelimeler alıp beni böylesi bir başlangıca götürdüğü için şiirden ve şairinden söz edemedim. Şair ve Sosyolog Erol Erdoğan’ın “Hatıra Defterimdeki Notları Notalara Dönüştüren Kavak Ağaçları” şiiri “Aydost” dergisi 2025-37.sayısında yayınlandı. Şairin bildiğim son şiiridir. Bunu kendisi söyledi. Pek az şiiri dönüp dönüp okursunuz. Yapamazsınız yeniden bir daha okursunuz. Böylesi şiirler şanslı şiirlerdir. Nasipleri bol şiirlerdir. Erol Erdoğan’ın “Kavak Ağaçları” şiiri bence böylesi şiirlerdendir. Zaman bunu gösterir elbette.  Şairin mısraı, "Kavaklar uzakları görebilme cetvelidir" dediğinde sınırsız bir ufka işaret ettiğini kavrarsınız. Köyden şehre doğru bakarken tepeler, sisler, vadiler hızla ortadan kaybolarak ufuk çizgisi ile birleşir ve uzaktaki şehri görürsünüz. Akşam olunca o uzaklardan baktığınız ışıkların şehri sizi çocuk yaşlarında büyütmeyi, hayal kurmayı sürdürür. Her ufka baktığınızda yemyeşil vadiler, uçsuz bucaksız tarlalardan geçerek ormanlara erişir, tepelerin ve dağların üzerinden sınırsız bir sırat köprüsü sizi şehre ulaştırır. İşte öylesine geçip gittim köylerden, kasabalardan, otağlardan, çadırlardan ve çardaklardan. Bu gidiş aslında beni başka bir merhum şairin mısralarına götürür. Ahmet Kutsi Tecer’in “Orda Bir Köy Var Uzakta” şiiri postunu önümüze seriverir. “Orda bir köy var, uzakta, O köy bizim köyümüzdür Gezmesekte, tozmasakta O köy bizim köyümüzdür” “Kavaklar mühim hatıra defteridir” dediğinde ise,  zaman değirmeni doğduğum eve köyüme, çocukluğuma, ekin tarlalarına, sapı samandan ayırdığmız harman yerlerine götürür. Köyümün dağlarına, incir ağaçlarına, üzüm bağlarına alıp götürür. Sekiz on yaşlarındayken ramazan akşamlarına, teravihlere, bayram sabahlarına ulaştırır. Koşarak gittiğimiz köy camiinin cemaatinden oluşumuzu, minarelerden okuduğumuz ilk ezanları, salaları çağırır. Bayram sabahı amcalarımızdan, namaza gelmiş olan büyüklerimizden aldığımız şekerlemeler gelip yüreğimize oturur. Sonra konu komşumuzdan, köyün çeşmesinden, orman menekşelerinden, yukarki ağıldaki sümbüllere varıncaya kadar meşelerden ardıçlara, andızlardan erik, alıç ve elma ağaçlarına yollar önümüzde gözüküverir. Babaanneler müşfik ve mütebessim çehreleriyle ve sürekli kıpırdayan dualarıyla zikir halkasındadır. “Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi”. Şair şiirini şöyle sürdürüyor; “Gündüzü aydınlatıp göğü delen o ses  Kavakların arkasındaki meşeye düştü Şehadet parmağıyla şurası derdi Gök yedi kat, yer yedi kat yarıldı Siyah kuş olup gitti Fadime Hala  Kavaklar mühim hatıralar defteridir” Hatıra defterleri önemlidir. Genç insan bunu çok sonraları fark edebiliyor. Oysa küçükken, çok daha küçükken bunun idraki verilmelidir. Ev içlerindeki hal, davranış, usul, üslup, kullanılan kelimeler ve sözcükler önemlidir. Annelerimizin dilindeki ninnilerle ilahiler ve türküler, dedelerimizin ve ninelerimizin anlattığı masallar ve yaz akşamlarında harman yerinde, çadırımızın, çardağımızın ön tarafında ateş başında anlatılan sohbetler gelip oturuverir. Tarihe dair hikâyeler,  Kur'an'daki Peygamber kıssaları örneğin Hz. Yakup ve Yusuf kıssaları, Hz. Musa'nın kızıl denizi yarması, Hz. Ali Efendimizin zülfikarı, dağı ikiye bölmesi, Uhut Dağının söz dinlemesi, ağaçların selam vermesi her birisi gelip soframızdaki yerini her daim alır. Biz çocukken büyüyen kardeşleriz. Ne güzel kardeşleriz. Oturup yer sofrasında yediğimiz yemeklerin, kalkıp yıkadığımız ellerin, ilk kullandığımız kelimeler ve heceler kadar kıymetli ve önemli olduğunu hatırlatan mısralar. Bu türden şiirler büyütür insanı. “Kibrit kavrukluğunda birer derviş Çok kardeşli sofra kadar kalabalık Âdem Baba gibi tövbeye hazır  Kavaklar tembel zaman zakirleridir” Rüzgâr gibi dolaşıp durdum geçmiş zamanda. “Hatıra Defterine” düştüğümüz notlar bizi biz yapan notlarmış meğerse. En güzel hatıralar çocukluğumuzda yaşadıklarımız imiş.  Harflerden hecelere, kelimelerden gecelere, annelerden babalara, konu komşulardan emmi dayılara, teyzelerden halalara, ninelerden dedelere, boz öküzden sarı danaya, Karakeçiden kör kuyuya hepsi zengin hatıralar defterinde kayıtlıymış. Şair Erol Erdoğan şiirin son dörtlüğüyle gönlümüze şöyle sesleniyor: “Kavak yelleri essin yeniden başımda Irmak boylarında çocuklar koşsun Gidip gidip gelsinler, eksik olmasınlar Kavaklar rüzgârın yaban atlarıdır”. Bu vesileyle onbir ayın sultanı Ramazan-ı şerifimiz mübarek olsun. Ülkemizin ve ümmetin birliğine, zulmün durdurulmasına vesile olsun. Fitne, fesat ve gurur gibi kötü hasletlerden kurtulmayı ve teslimiyet sahibi olmayı temenni ediyorum.  
Ekleme Tarihi: 27 Şubat 2025 - Perşembe
Recep Garip

KAVAK AĞAÇLARI

“Tülden yapraklarıyla sırlar dağıtır

Esen yelleri şarkıya dönüştürür

Salar uzak ovalara notalarını…”

Zaman zaman şiir temrinleri, tahlilleri yazmadım değil. Aralıklarla bazı şiirler insana dokunuverir, bazı mısralar alıp götürür diyardan diyara. Gittiğin diyarlar her zaman bilindik diyarlar değildir elbette. Bu türden şiirleri yazmak, insan içindeki evrenin büyüklüğüne işaret eder. İlham dediğimiz vergideki asaleti de gösterir. Kastedilen mana insan bedeni değildir. İnsanın ruhundaki yücelik, seçkinlik ve semailik makamına dairdir. Şiiri okuduğumda, Âşık Yunus Emre Hazretlerinin; “Çıktım erik dalına/Anda yedim üzümü/Bostan ıssı kakıyıp/Der ne yersin kozumu” dedirtti bana. Keyifle okudum, dönüp bir daha okudum. “Kavaklar rüzgârın yaban atlarıdır” mısrasıyla ben de açıkçası bir nokta koydum.

Çocukluk yıllarımızdan kalan vazgeçilmez anılar daha çok babaannelere, dedelere dairdir. Nedensiz ve niçinsiz bu kabulleniş onların dizlerinin dibinde parmaklarının arasında zaman denilen kavram sonsuzlaşıverir. Küçücük çocuk yüreğimizin sonsuz bir aşkla mutluluğa doğru kanatlanırken yüzümüze yansıyan mutluluk evin içini dolduruverir. Ne müthiş bir kabulleniştir böylesi büyük aile ocaklarımız. Ocaktan gelen ateş çıtırtılarının kaynattığı güğümden dedemizin abdest suyu ibriğe doldurulduğunda dökmek bize düşerdi. Keyifle yaptığımız bu abdest alış verişinde abdestin bitiminde peşkiri dedimizin ellerine bırakışımızla aferin benim oğluma sözcüğü göğsümüzü genişletirdi. Ezel ve ebed duygusu içten içe işleyen kanımızda dolaşan bir şifalı iksire dönüşürdü. Tıpkı selam gibi, merhaba gibi, kolay gelsin Ayşe nine, Allah’a emanet ol evladım denilmesi gibi. Madde burada yerini tamamen metafizik bir atmosfere bırakırdı. Bu bizim halimiz ve ahvalimizdi. “Bir varmış; bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken” diye anlatılan masallardan bir masal değildi.

Şiiri okudumda kelimeler alıp beni böylesi bir başlangıca götürdüğü için şiirden ve şairinden söz edemedim. Şair ve Sosyolog Erol Erdoğan’ın “Hatıra Defterimdeki Notları Notalara Dönüştüren Kavak Ağaçları” şiiri “Aydost” dergisi 2025-37.sayısında yayınlandı. Şairin bildiğim son şiiridir. Bunu kendisi söyledi. Pek az şiiri dönüp dönüp okursunuz. Yapamazsınız yeniden bir daha okursunuz. Böylesi şiirler şanslı şiirlerdir. Nasipleri bol şiirlerdir. Erol Erdoğan’ın “Kavak Ağaçları” şiiri bence böylesi şiirlerdendir. Zaman bunu gösterir elbette. 

Şairin mısraı, "Kavaklar uzakları görebilme cetvelidir" dediğinde sınırsız bir ufka işaret ettiğini kavrarsınız. Köyden şehre doğru bakarken tepeler, sisler, vadiler hızla ortadan kaybolarak ufuk çizgisi ile birleşir ve uzaktaki şehri görürsünüz. Akşam olunca o uzaklardan baktığınız ışıkların şehri sizi çocuk yaşlarında büyütmeyi, hayal kurmayı sürdürür. Her ufka baktığınızda yemyeşil vadiler, uçsuz bucaksız tarlalardan geçerek ormanlara erişir, tepelerin ve dağların üzerinden sınırsız bir sırat köprüsü sizi şehre ulaştırır. İşte öylesine geçip gittim köylerden, kasabalardan, otağlardan, çadırlardan ve çardaklardan. Bu gidiş aslında beni başka bir merhum şairin mısralarına götürür. Ahmet Kutsi Tecer’in “Orda Bir Köy Var Uzakta” şiiri postunu önümüze seriverir.

Orda bir köy var, uzakta,

O köy bizim köyümüzdür

Gezmesekte, tozmasakta

O köy bizim köyümüzdür”

Kavaklar mühim hatıra defteridir” dediğinde ise,  zaman değirmeni doğduğum eve köyüme, çocukluğuma, ekin tarlalarına, sapı samandan ayırdığmız harman yerlerine götürür. Köyümün dağlarına, incir ağaçlarına, üzüm bağlarına alıp götürür. Sekiz on yaşlarındayken ramazan akşamlarına, teravihlere, bayram sabahlarına ulaştırır. Koşarak gittiğimiz köy camiinin cemaatinden oluşumuzu, minarelerden okuduğumuz ilk ezanları, salaları çağırır. Bayram sabahı amcalarımızdan, namaza gelmiş olan büyüklerimizden aldığımız şekerlemeler gelip yüreğimize oturur. Sonra konu komşumuzdan, köyün çeşmesinden, orman menekşelerinden, yukarki ağıldaki sümbüllere varıncaya kadar meşelerden ardıçlara, andızlardan erik, alıç ve elma ağaçlarına yollar önümüzde gözüküverir. Babaanneler müşfik ve mütebessim çehreleriyle ve sürekli kıpırdayan dualarıyla zikir halkasındadır. “Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi”. Şair şiirini şöyle sürdürüyor;

Gündüzü aydınlatıp göğü delen o ses 

Kavakların arkasındaki meşeye düştü

Şehadet parmağıyla şurası derdi

Gök yedi kat, yer yedi kat yarıldı

Siyah kuş olup gitti Fadime Hala 

Kavaklar mühim hatıralar defteridir

Hatıra defterleri önemlidir. Genç insan bunu çok sonraları fark edebiliyor. Oysa küçükken, çok daha küçükken bunun idraki verilmelidir. Ev içlerindeki hal, davranış, usul, üslup, kullanılan kelimeler ve sözcükler önemlidir. Annelerimizin dilindeki ninnilerle ilahiler ve türküler, dedelerimizin ve ninelerimizin anlattığı masallar ve yaz akşamlarında harman yerinde, çadırımızın, çardağımızın ön tarafında ateş başında anlatılan sohbetler gelip oturuverir. Tarihe dair hikâyeler,  Kur'an'daki Peygamber kıssaları örneğin Hz. Yakup ve Yusuf kıssaları, Hz. Musa'nın kızıl denizi yarması, Hz. Ali Efendimizin zülfikarı, dağı ikiye bölmesi, Uhut Dağının söz dinlemesi, ağaçların selam vermesi her birisi gelip soframızdaki yerini her daim alır. Biz çocukken büyüyen kardeşleriz. Ne güzel kardeşleriz. Oturup yer sofrasında yediğimiz yemeklerin, kalkıp yıkadığımız ellerin, ilk kullandığımız kelimeler ve heceler kadar kıymetli ve önemli olduğunu hatırlatan mısralar. Bu türden şiirler büyütür insanı.

Kibrit kavrukluğunda birer derviş

Çok kardeşli sofra kadar kalabalık

Âdem Baba gibi tövbeye hazır 

Kavaklar tembel zaman zakirleridir

Rüzgâr gibi dolaşıp durdum geçmiş zamanda. “Hatıra Defterine” düştüğümüz notlar bizi biz yapan notlarmış meğerse. En güzel hatıralar çocukluğumuzda yaşadıklarımız imiş.  Harflerden hecelere, kelimelerden gecelere, annelerden babalara, konu komşulardan emmi dayılara, teyzelerden halalara, ninelerden dedelere, boz öküzden sarı danaya, Karakeçiden kör kuyuya hepsi zengin hatıralar defterinde kayıtlıymış. Şair Erol Erdoğan şiirin son dörtlüğüyle gönlümüze şöyle sesleniyor:

“Kavak yelleri essin yeniden başımda

Irmak boylarında çocuklar koşsun

Gidip gidip gelsinler, eksik olmasınlar

Kavaklar rüzgârın yaban atlarıdır”.

Bu vesileyle onbir ayın sultanı Ramazan-ı şerifimiz mübarek olsun. Ülkemizin ve ümmetin birliğine, zulmün durdurulmasına vesile olsun. Fitne, fesat ve gurur gibi kötü hasletlerden kurtulmayı ve teslimiyet sahibi olmayı temenni ediyorum.  

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.