Recep Garip
Köşe Yazarı
Recep Garip
 

İNSAN VE SANAT

İnsan ve sanat konusu aynı zamanda medeniyete işaret eder. İnsan yaşadığı ortamda, toplumu güzelleştirme, temiz ve nezih tutma, estetik anlamlar katma gibi hususlar arar. Ruhun ölümsüzlüğü, yaratma faaliyetinin sırlarını keşfetmek için insana tefekkürün yollarını gösterir. Sanat, duygularımızla kavrayabildiğimizin ötesine süzülme ameliyesidir. Madde ile metafizik arasındaki insicamı kurabilmektir. Müslümanın hayatındaki anlam ve güzellik iki dünya dengesini bozmamaktır. Temizliği, güzelliği, seçkinliği, estetiği merkeze alır Müslüman insan. Eşyaya, yaratılmış olan ne varsa hepsine güzel bakar, güzel görür ve güzel tefekkür eder. Çünkü bir hadisi şerifte, “Müminin ferasetinden korkun, o Allah'ın nuruyla bakar” buyruluyor. Feraset; sezme, idrak etme, kavrama, bilme, keşfetme ameliyesidir.   Kuran ve sünnet, insana güzel olana davet eder. Güzellikler içinde olunmasını ister. Zaten insan yaratılışı itibariyle güzele karşı meyli söz konusudur. Her insan güzeli, güle olan tutkuyu, gül yüzlü çocukları, gül kokulu ortamları ve güzellikleri sever ve beğenir. İslam, yaratılışı tefekkür etmemizi ister. İnsanın, yerlerin, göklerin kat kat yaratılışı, arzın ve içindekilerin durumlarının tefekkürü, insanı daha seçkin olduğunu hatırlaması için teşvik edilir. Kalem suresiyle, kalem sahipleri mercek altına alınırken, kalemin ürettikleri üzerinde de şahit olduğumuzu idrak ederiz. Her yazılanın, her resmedilenin, her kitabın gün gelir hesabının çetin olduğu da kalbimizde durur. Bir yanda hat, ebru ve tezhip, diğer yanda resim, musiki ve minyatür gibi bedii sanatların geliştiğini dolayısıyla sanat ve edebiyatın, şiir ve musikinin birbiriyle el ele olduğunu, insanı etkileyerek gönüllere tohumlar ektiğini söyleyebiliriz. İnsan, din, dil, sanat ilişkisi varoluşumuzla birlikte tezahür etmiştir. İnsanın yaratılış evreleri, idrak edenler için en büyük sanatkârlık örneğidir. Büyük sanatkârın gücü önünde boyun bükmek, rükuya eğilmek, secdeye kapanmak gereklidir. Fıtrat dini olan İslam, insanın asli hüviyetine bağlı kalmasını teşvik eder. Fıtrat üzere olmasını ister. Bütün eylemlerin dolaşıp varacağı son nokta, fıtrata uygun olup olmadığıdır. Âlemin sırrını idrak yolunda âdemoğlu çaba harcamalıdır. İlahi olana âşık olmaktır ödevimiz. Hayatın, dolayısıyla sanatın ödevi budur.   Sanat, insanların günlük hayatlarında gördükleri, duydukları ve hissettiklerinden yola çıkarak tasavvurlarının estetik bir heyecan oluşturmasıdır. Sanat, gelişigüzel bir heyecan değildir. Fantezi, hayallerin kurgusu ya da zekâ oyunu olarak görülmemelidir. İnsan eliyle üretilen el sanatlarından bedii sanatların her biri için olmazsa olmazı, yapılan işin bir planlamasının, tasarımının, düzeninin, ahenginin, üslubunun ve disiplininin olması icap eder. Yapılan her işte maddenin varlığı gözlemlenirken, madde ötesinin de mutlak surette karıştığı bilinmelidir. Madde, metafizik olmadan varlık gösteremez. Akıl dediğimiz lütuf, kâinatta olan biteni tahlil etme fırsatı verir. Sanat, salt aklın üretimi değildir. Elbette ki ruhun müdahalesi söz konusudur. Denilebilir ki ruh, nasıl müdahale edebilir? Bedenimizin ana kumanda masasında oturan ruhtur. O olmadan bedenimizin bir şey yapabilme, hareket edebilme imkânı yoktur. Ruh yoksa beden ölü demektir. Dolayısıyla ruhun müdahalesi tefekkürümüzün, eylemlerimizin, seçtiklerimizin, güzelliklerimizin içindedir. Bütün eylemlerimizle ruhumuzu ya iyileştirir ya da zafiyete uğratırız. Asıl olan ruhu ebedi yurdundaki asalete yeniden kavuşturmaktır. Sanatla uğraşan insanlar, dedikodu yapmaz. Fitne fesat çıkarmaz. Yaptıkları işin gereği olarak naif, ince, latif, ruhani, nurani bir hal üzere tezekkür halindedirler. Nezaket sahibidirler. Sanatlarını icra ederken sınırsız estetiğin şualarında dolaşırlar.   İnsan seçilmiştir. Seçilmişliğini asla unutmamalıdır. Mevcudatın yöneticisi olarak, vahiyle aydınlatıldığı, peygamberler gönderildiği, kitaplarla iltifat edildiği, her şeyin sahibinin Allah olduğu idrak ettirildiği, akılla donatıldığı ve diriliş gününe iman ettirildiği için insanı kâmildir, eşrefi mahlûktur. İşte din, hayatın bütününü sarıp sarmalar. Sanat, şiir, edebiyat ve musikide dinden bağımsız değildir. Gerektiğince nasibini almaktadır. Halkları Müslüman olan cemiyetlerde bedii sanatlar; usta çırak ilişkisiyle gelişmiş, elden ele el verilmek suretiyle ya da icazet ile günümüzde de geleneği devam ettirilmektedir. Asırlar boyu kültürel mirasımızın en önemli belgeleri haline gelen güzel sanatlar, Medeniyetimizin yüz akı olmuştur. Usta-çırak ilişkisinde yalnızca sanat öğretilmez. Hayatın bütününe sirayet eden hayat anlayışı ahlak olarak da verilir. Ustanın hal durumu, talebelerin durumuyla cemiyette anlam kazanır. Bir yandan sanat öğretimi devam ederken diğer yandan dini bilgilerin ve uygulamalarının vaz geçilmezliği hayat ölçüsü olarak talebeye yedirilmiş olur. Günümüz eğitimindeki en büyük boşluk burasıdır. Muallimin yani öğretmenin dersini yaşaması icap eder ki o ders talebede karşılığını bulsun. Her eylemin böylesi bir yönü söz konusudur. Kültürel dünyamız elbette ki ilişki kurduğu, bir şekilde komşuluk yaptığı dillerden, dinlerden, kültürlerden ve geleneklerden de kendine düşen nasibi alır. Her kültür için bu durum böyledir. Buna sebeptir ki inişlerin ve çıkışların olması doğanın bize verdikleriyle de ilintilidir. Nasıl ki araziler inişli ve çıkışlı ise, yeri geldiğinde uçurumlarla, tepelerle, dağlarla, dümdüz vadilerle örtülü ise hayatın akışı da böyledir. Müslim’de geçen bir hadisi şerifte ne güzel ifade ediliyor: “Allah güzeldir, güzeli sever”. Sanat güzelliktir. Güzelliğin keşfidir. İnsanın kendini güzelleştirmesi fıtratını bozmamasına bağlı olduğuna göre, icra ettiği her ne varsa hepsinde bu fıtri olanı takip etmek vardır. Yani fıtrata aykırı olanlardan uzak durulması, terk edilmesi icap eder. Günaha sürükleyen, dedikoduya fırsat veren, ibadetlerden alıkoyan, zikirden ve tefekkürden uzaklaştıran, cimriliği ve hasetliği doğuran hususlardan kaçılmalıdır. Sanat icracıları, hakikatin izini takip etmeleri elzemdir. Hakikat vahiydir. Vahyin ışığından beslenen uygarlığımız ve kalem sahipleri bu ışıktan feyz alarak topluma hizmet etmelidirler. Müslüman insanın hayat kitabı Kuranı Kerimdir. Kerim olan kitabımızın ve Resulullah'ın sünnetinin gösterdiği yol yolumuzdur. Uygulamaları da bizlere bıraktığı emanetidir. İnsan, ancak bu yolla kemale erer. Hayatın bütün unsurlarını vahiyle aydınlatmaya mecburuz. Sanat, edebiyat, şiir, roman, hikâye, müzik ve dahi her bir şey bu ölçüde kıymet kazanır. Aksi düşünülemez. Sanat insanı, sırata götürüyorsa anlam kazanır. Erdemli kılıyorsa kıymetlidir. Ahlaki unsurları dinin hükümleriyle şekilleniyor, estetik değerler kazandırıyorsa vazgeçilmezimizdir. Doğruluk, güzellik, erdemlilik, ahlaklı oluş, adalet, hakka riayet, hayrı teşvik, kötülükten sakınma hayatı yaşarken anlaşılır.   Bakınız her şeyin bir sonu vardır. Her şeyin bir hesabı vardır. Dünya kameralarının takibinden insan korkup ürküyor da Allah’ın fasılasız ömrü takip ettiriyor olmasını unutuyor. Oysa melekler uyumaksızın kameralara hayatımızı çekmeye devam ediyor. Öyleyse sormalı; gününü nasıl yaşıyorsun? Kimlerle ahbaplık ediyorsun? Alış verişinde helale, harama dikkat ediyor musun? Günde beş vakit namazını kıldığın gibi –ki kılmalısın- gece uykunu bölerek teheccüde kalkıyor musun? Herkes uykudayken yakın uzak demeden, ev halkından komşularına, mazlum milletlerde olan bitene, Kudüs'te, Filistin’de, Gazze’de, Türkistan'da yapılan zulümlere, terör belalarına karşı, ansızın çıkıp gelen felaketlere karşı secdede dualar ediyor musun? Sanat, insana bunları yaptırıyorsa sanattır. İnsanın yüreğini kanatıyorsa sanattır.    18 Ocak 2024 – İstanbul  -- www.recepgarip.com
Ekleme Tarihi: 18 Ocak 2024 - Perşembe
Recep Garip

İNSAN VE SANAT

İnsan ve sanat konusu aynı zamanda medeniyete işaret eder. İnsan yaşadığı ortamda, toplumu güzelleştirme, temiz ve nezih tutma, estetik anlamlar katma gibi hususlar arar. Ruhun ölümsüzlüğü, yaratma faaliyetinin sırlarını keşfetmek için insana tefekkürün yollarını gösterir. Sanatduygularımızla kavrayabildiğimizin ötesine süzülme ameliyesidir. Madde ile metafizik arasındaki insicamı kurabilmektir. Müslümanın hayatındaki anlam ve güzellik iki dünya dengesini bozmamaktır. Temizliği, güzelliği, seçkinliği, estetiği merkeze alır Müslüman insan. Eşyaya, yaratılmış olan ne varsa hepsine güzel bakar, güzel görür ve güzel tefekkür eder. Çünkü bir hadisi şerifte, “Müminin ferasetinden korkun, o Allah'ın nuruyla bakar” buyruluyor. Feraset; sezme, idrak etme, kavrama, bilme, keşfetme ameliyesidir.

 

Kuran ve sünnet, insana güzel olana davet eder. Güzellikler içinde olunmasını ister. Zaten insan yaratılışı itibariyle güzele karşı meyli söz konusudur. Her insan güzeli, güle olan tutkuyu, gül yüzlü çocukları, gül kokulu ortamları ve güzellikleri sever ve beğenir. İslam, yaratılışı tefekkür etmemizi ister. İnsanın, yerlerin, göklerin kat kat yaratılışı, arzın ve içindekilerin durumlarının tefekkürü, insanı daha seçkin olduğunu hatırlaması için teşvik edilir. Kalem suresiyle, kalem sahipleri mercek altına alınırken, kalemin ürettikleri üzerinde de şahit olduğumuzu idrak ederiz. Her yazılanın, her resmedilenin, her kitabın gün gelir hesabının çetin olduğu da kalbimizde durur. Bir yanda hat, ebru ve tezhip, diğer yanda resim, musiki ve minyatür gibi bedii sanatların geliştiğini dolayısıyla sanat ve edebiyatın, şiir ve musikinin birbiriyle el ele olduğunu, insanı etkileyerek gönüllere tohumlar ektiğini söyleyebiliriz. İnsan, din, dil, sanat ilişkisi varoluşumuzla birlikte tezahür etmiştir. İnsanın yaratılış evreleri, idrak edenler için en büyük sanatkârlık örneğidir. Büyük sanatkârın gücü önünde boyun bükmek, rükuya eğilmek, secdeye kapanmak gereklidir. Fıtrat dini olan İslam, insanın asli hüviyetine bağlı kalmasını teşvik eder. Fıtrat üzere olmasını ister. Bütün eylemlerin dolaşıp varacağı son nokta, fıtrata uygun olup olmadığıdır. Âlemin sırrını idrak yolunda âdemoğlu çaba harcamalıdır. İlahi olana âşık olmaktır ödevimiz. Hayatın, dolayısıyla sanatın ödevi budur.

 

Sanat, insanların günlük hayatlarında gördükleri, duydukları ve hissettiklerinden yola çıkarak tasavvurlarının estetik bir heyecan oluşturmasıdır. Sanat, gelişigüzel bir heyecan değildir. Fantezi, hayallerin kurgusu ya da zekâ oyunu olarak görülmemelidir. İnsan eliyle üretilen el sanatlarından bedii sanatların her biri için olmazsa olmazı, yapılan işin bir planlamasının, tasarımının, düzeninin, ahenginin, üslubunun ve disiplininin olması icap eder. Yapılan her işte maddenin varlığı gözlemlenirken, madde ötesinin de mutlak surette karıştığı bilinmelidir. Madde, metafizik olmadan varlık gösteremez. Akıl dediğimiz lütuf, kâinatta olan biteni tahlil etme fırsatı verir. Sanat, salt aklın üretimi değildir. Elbette ki ruhun müdahalesi söz konusudur. Denilebilir ki ruh, nasıl müdahale edebilir? Bedenimizin ana kumanda masasında oturan ruhtur. O olmadan bedenimizin bir şey yapabilme, hareket edebilme imkânı yoktur. Ruh yoksa beden ölü demektir. Dolayısıyla ruhun müdahalesi tefekkürümüzün, eylemlerimizin, seçtiklerimizin, güzelliklerimizin içindedir. Bütün eylemlerimizle ruhumuzu ya iyileştirir ya da zafiyete uğratırız. Asıl olan ruhu ebedi yurdundaki asalete yeniden kavuşturmaktır. Sanatla uğraşan insanlar, dedikodu yapmaz. Fitne fesat çıkarmaz. Yaptıkları işin gereği olarak naif, ince, latif, ruhani, nurani bir hal üzere tezekkür halindedirler. Nezaket sahibidirler. Sanatlarını icra ederken sınırsız estetiğin şualarında dolaşırlar.

 

İnsan seçilmiştir. Seçilmişliğini asla unutmamalıdır. Mevcudatın yöneticisi olarak, vahiyle aydınlatıldığı, peygamberler gönderildiği, kitaplarla iltifat edildiği, her şeyin sahibinin Allah olduğu idrak ettirildiği, akılla donatıldığı ve diriliş gününe iman ettirildiği için insanı kâmildir, eşrefi mahlûktur. İşte din, hayatın bütününü sarıp sarmalar. Sanat, şiir, edebiyat ve musikide dinden bağımsız değildir. Gerektiğince nasibini almaktadır. Halkları Müslüman olan cemiyetlerde bedii sanatlar; usta çırak ilişkisiyle gelişmiş, elden ele el verilmek suretiyle ya da icazet ile günümüzde de geleneği devam ettirilmektedir. Asırlar boyu kültürel mirasımızın en önemli belgeleri haline gelen güzel sanatlar, Medeniyetimizin yüz akı olmuştur. Usta-çırak ilişkisinde yalnızca sanat öğretilmez. Hayatın bütününe sirayet eden hayat anlayışı ahlak olarak da verilir. Ustanın hal durumu, talebelerin durumuyla cemiyette anlam kazanır. Bir yandan sanat öğretimi devam ederken diğer yandan dini bilgilerin ve uygulamalarının vaz geçilmezliği hayat ölçüsü olarak talebeye yedirilmiş olur. Günümüz eğitimindeki en büyük boşluk burasıdır. Muallimin yani öğretmenin dersini yaşaması icap eder ki o ders talebede karşılığını bulsun. Her eylemin böylesi bir yönü söz konusudur. Kültürel dünyamız elbette ki ilişki kurduğu, bir şekilde komşuluk yaptığı dillerden, dinlerden, kültürlerden ve geleneklerden de kendine düşen nasibi alır. Her kültür için bu durum böyledir. Buna sebeptir ki inişlerin ve çıkışların olması doğanın bize verdikleriyle de ilintilidir. Nasıl ki araziler inişli ve çıkışlı ise, yeri geldiğinde uçurumlarla, tepelerle, dağlarla, dümdüz vadilerle örtülü ise hayatın akışı da böyledir. Müslim’de geçen bir hadisi şerifte ne güzel ifade ediliyor: “Allah güzeldir, güzeli sever”. Sanat güzelliktir. Güzelliğin keşfidir. İnsanın kendini güzelleştirmesi fıtratını bozmamasına bağlı olduğuna göre, icra ettiği her ne varsa hepsinde bu fıtri olanı takip etmek vardır. Yani fıtrata aykırı olanlardan uzak durulması, terk edilmesi icap eder. Günaha sürükleyen, dedikoduya fırsat veren, ibadetlerden alıkoyan, zikirden ve tefekkürden uzaklaştıran, cimriliği ve hasetliği doğuran hususlardan kaçılmalıdır. Sanat icracıları, hakikatin izini takip etmeleri elzemdir. Hakikat vahiydir. Vahyin ışığından beslenen uygarlığımız ve kalem sahipleri bu ışıktan feyz alarak topluma hizmet etmelidirler. Müslüman insanın hayat kitabı Kuranı Kerimdir. Kerim olan kitabımızın ve Resulullah'ın sünnetinin gösterdiği yol yolumuzdur. Uygulamaları da bizlere bıraktığı emanetidir. İnsan, ancak bu yolla kemale erer. Hayatın bütün unsurlarını vahiyle aydınlatmaya mecburuz. Sanat, edebiyat, şiir, roman, hikâye, müzik ve dahi her bir şey bu ölçüde kıymet kazanır. Aksi düşünülemez. Sanat insanı, sırata götürüyorsa anlam kazanır. Erdemli kılıyorsa kıymetlidir. Ahlaki unsurları dinin hükümleriyle şekilleniyor, estetik değerler kazandırıyorsa vazgeçilmezimizdir. Doğruluk, güzellik, erdemlilik, ahlaklı oluş, adalet, hakka riayet, hayrı teşvik, kötülükten sakınma hayatı yaşarken anlaşılır.

 

Bakınız her şeyin bir sonu vardır. Her şeyin bir hesabı vardır. Dünya kameralarının takibinden insan korkup ürküyor da Allah’ın fasılasız ömrü takip ettiriyor olmasını unutuyor. Oysa melekler uyumaksızın kameralara hayatımızı çekmeye devam ediyor. Öyleyse sormalı; gününü nasıl yaşıyorsun? Kimlerle ahbaplık ediyorsun? Alış verişinde helale, harama dikkat ediyor musun? Günde beş vakit namazını kıldığın gibi –ki kılmalısın- gece uykunu bölerek teheccüde kalkıyor musun? Herkes uykudayken yakın uzak demeden, ev halkından komşularına, mazlum milletlerde olan bitene, Kudüs'te, Filistin’de, Gazze’de, Türkistan'da yapılan zulümlere, terör belalarına karşı, ansızın çıkıp gelen felaketlere karşı secdede dualar ediyor musun? Sanat, insana bunları yaptırıyorsa sanattır. İnsanın yüreğini kanatıyorsa sanattır. 

 

18 Ocak 2024 – İstanbul 

--

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yuzyilgazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

17
Eylül
26
Mayıs
11
Mayıs
04
Mayıs
27
Nisan
30
Mart
07
Mart
22
Şubat
10
Şubat
03
Şubat
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.